Türkiye’de Halkçılık 1960-1980

Burak Cop

Türkiye’de Halkçılık 1960-1980

Burak Cop

Siyasal Paradigmalar Düşünce Platformu - 5 Şubat 2021

27 Mayıs ihtilaliyle beraber Türkiye’de ithal ikameci sanayileşme modeline geçilmesi ve bu modelin toplumun geniş kesimlerini örgütlenmeye, siyasallaşmaya ve ulusal gelirden daha fazla pay almaya sevk etmesi siyasetteki halkçılık anlayışını da kökten değiştirdi. Günümüzdeki sol popülizmin dönem koşullarındaki versiyonu olarak görebileceğimiz 1960-80 halkçılığı, Tek Parti döneminin sınıfların varlığını yadsıyan ve toplumu homojen bir siyasi varlık olarak tasavvur eden halkçılığından epey farklıydı. Aynı şekilde DP iktidarının kapitalist gelişmeyi teşvik eden politikaları sonucu köylülüğün piyasayla bütünleşmesi, ticaret burjuvazisinin zenginleşmesi ve ekonomik büyüme koşullarında (1950’lerin ortasından itibaren bu büyüme modeli tıkanacaktı) geniş halk kesimlerinin duygu ve taleplerine siyasette daha fazla karşılık verilmesiyle şekillenen piyasa popülizminden de çok farklıydı. Bu yeni, çağdaş halkçılık tarihsel referans noktası olarak Altı Ok’taki halkçılığa işaret ediyordu. Bununla beraber 1930’lardakinden farklı olarak toplumdaki tabakalaşmayı daha fazla dikkate alan, özel teşebbüse karşı olmamakla beraber sömürü meselesini dert edinen, emekçi sınıfların konumunu iyileştirmeyi hedefleyen bir doktrin söz konusuydu.

Çağlar Keyder, 1960 sonrası temel ideolojik savaşın “ “basit pazar” toplumunu referans noktası olarak alan katıksız pazar ideolojisinin savunucuları” ile “sınaî düzenleme yanlıları” arasında olduğuna işaret etmektedir (Keyder, 2013, s. 181). İlk gruptakiler kapatılan DP ile onun devamı niteliğindeki Adalet Partisi’dir (AP). “1950’lerin ikinci yarısında, İstanbul burjuvazisinin sanayi fraksiyonu, Menderes’in iktisadi politikasındaki popülist eğilimin gittikçe artmasından duyduğu sıkıntı” sebebiyle, DP’den ayrılanların kurduğu Hürriyet Partisi’ni (HP) desteklemişti (Keyder, s. 176). HP 1958’de CHP’ye katıldı. 1960 sonrasında tesis edilen, planlamaya ve ithal ikamesine dayanan yeni birikim modeli sanayi burjuvazisinin, bürokrasinin belli bir tabakasının ve işçi sınıfının kısa ve orta vadeli çıkarlarının kesişim alanını oluşturmaktaydı (Keyder, s. 178). İşçi sınıfının uzun vadeli çıkarları ile karşı karşıya geldiğinde ise sanayi burjuvazisinin tavrı bir bütün olarak sermaye sınıfınınkinden farklı olmayacaktı. 12 Mart muhtırasının hemen ardından kurulan TÜSİAD ile ve MESS gibi işveren kuruluşlarıyla temsil olunan büyük sermaye 70’ler boyunca sol ve sendikal hareketle karşı karşıya gelecek, 24 Ocak kararlarını ve 12 Eylül darbesini destekleyecekti. 1970’lerin ortasında Batı ülkelerinde 2. Dünya Savaşı sonrası beliren refah devleti kapitalizmine dayalı sınıflar arası uzlaşmanın çöküşü, düşen ekonomik büyüme oranları, yükselen enflasyon, artan kamu borçları ve ithal ikameci sanayileşme modelinin genel olarak tıkanmaya başlamasının da elbette Türkiye’deki gelişmeler üzerinde belirleyici etkisi olacaktı.

***

Keyder’in ifadesiyle “toplu pazarlık ve grev hakkı veren kanun, 1963’te çıkarıldı. 1963 ile 1971 arasında örgütlü sektörde gerçek ücretler her yıl yüzde 5 ile yüzde 7 arasında arttı. [12 Mart döneminde] gerçek ücretler yüzde 10 gerilediyse de, 1974’ten sonra artışlar yeniden başladı. 1975’teki yüzde 21’lik bir sıçramanın ardından, 1976’da yüzde 5’lik ve 1977-78’de de toplam yüzde 22’lik artışlar görüldü” (Keyder, s. 196). Alım gücü yüksek bir iç pazarın (dolayısıyla alım gücü görece yüksek bir işçi sınıfının) varlığı ithal ikameci birikim modeli için elzemdi. Bu bakımdan Bülent Ecevit’in çalışma bakanlığı sırasında grev ve toplu sözleşme hakkının tanınmasını, 60’lar-70’ler boyunca sosyal devletin gelişmesini ve sendikal örgütlülüğün artmasını, tarihsel halkçılıktan farklı olarak sınıfsal bir içerik kazanmış olan ve siyasal söylemde önemi gitgide artan çağdaş halkçılığın hem sebebi hem de sonucu olarak görebiliriz.

CHP içinde 1965 seçimleri arefesinde başlayan ve 1966’da Genel Sekreter seçilmesi sonucu Ecevit’in liderine dönüştüğü Ortanın Solu hareketi, Atatürk döneminden miras halkçılığı derinleştirdi, boyutlandırdı ve önce CHP’de, ardından da bir dönem ülke siyasetinde hegemonik hale getirdi. CHP 1950’ler boyunca yapılan üç seçimde yalnızca bir kez Ankara’nın batısındaki bir ilde birinci gelmişti (1957’de Uşak’ta). CHP 50’lerde kapitalist gelişmenin en ileri safhada olduğu Marmara ve Ege bölgelerinde kentli emekçi sınıflardan ve geçimlik üretimden piyasaya yönelik üretime geçmiş köylülerden yeterince oy alamazken, milletvekillerinin çoğunu ekonomik olarak geri kalmış olan, toprak sahiplerinin halkın oy verme davranışını yönetebildiği illerden çıkarıyordu. 60’lı yıllarda seçim sisteminde nispi temsile geçilmesiyle beraber CHP ülkenin her köşesinden milletvekili çıkarmaya başladı, ancak hangi toplumsal sınıf ve katmanlara dayanacağı konusunda çizgisini berraklaştıramadığı için, Feroz Ahmad’ın ifadesiyle “yüzde 30-40 geleneksel oyu artık garanti değildi; çünkü birçok oy (…) AP ve TİP’e gidiyordu”. Ortanın Solu, buna düşünülen çareydi. Zira “parti seçim kazanmak istiyorsa, dar görüşlü ve çağdışı toprak ağalarının desteğini kaybetmek anlamına gelse bile, işçi ve köylülerin oyunu kazanarak seçmen tabanını genişletmek zorundaydı”. 1965 seçimlerinde ağır bir yenilgiye uğrayan CHP, 1968 yerel ve Senato seçimleri ile 1969 genel seçimlerinde de başarısız olmakla beraber, “geleneksel olarak [partiyi] destekleyen toprak ağalarının egemen olduğu bölgelerde kaybederken, müreffeh ve modern bölgelerde kazanmaya” başlıyordu (Ahmad, 2007, s. 317, 320, 323-324).

Ergun Özbudun da 1969 seçimlerinde CHP’nin Marmara ve Ege bölgelerindeki oy oranı artarken en az gelişmiş bölgelerde en ağır kayıplara uğradığına işaret ederek, Ortanın Solu politikasının “gelişmiş bölgelerin düşük gelirli sınıfları arasında destek kazanmaya başladığına” işaret etmektedir (Özbudun, 2011, s. 38-39). Ecevit’in liderliğini üstlendiği ve 70’li yıllarda Demokratik Sol adını alacak olan sola yönelim politikası asıl meyvelerini ise 1973 seçimlerinde verecekti.

***

CHP’nin 1969 seçimleri için hazırladığı bildirge olan Düzen Değişikliği Programı’nda partinin halkçılık anlayışının ana eksenini yoksul köylülerin maddi koşullarının düzeltilmesine yönelik vaatler oluşturdu (o dönemde nüfusun yüzde 65’e yakınının köylerde yaşadığını hatırlatalım). En çarpıcısı Ecevit’in şahsıyla özdeşleşen “toprak işleyenin su kullananındır” sloganı olan bu vaatler arasında büyük toprakların kamulaştırılarak topraksız yahut kiracılık, yarıcılık, ortakçılık gibi yollarla geçinen köylülere dağıtılması, bu köylülerin kooperatifleşmesinin sağlanması, bir kooperatifler bankasının kurulması, çiftçiler için tarım sigortasının getirilmesi, doğal kaynakların işletilmesine yabancı sermayenin sokulmaması, madenlerin genel olarak devlet eliyle işletilmesi, bu alandaki özel işletmeciliğin ise sıkı devlet kontrolü altına alınması dikkat çekiyordu (Bilâ, 1987, s. 319-321).

CHP’nin 1973 seçimlerine doğru yayınladığı bildirge olan “Akgünlere”, sol popülizm manasında çağdaş halkçılık niteliği son derece belirgin bir metindir. Elitler ve halk ayrımı net bir şekilde yapılmış, elitler tamamen ekonomik temelde tanımlanmıştır. Toplumun ayrıcalıklı azınlığı tanımlanırken “büyük iş çevreleri” ya da “tekelci sermaye grupları” gibi ifadeler kullanılmıştır: “(…) varlıklı çıkar çevreleri ve (…) o çevrelere hizmet eden partiler tekelci sermaye gruplarının sermaye birikimini hızlandırmayı başlıca amaç edinmişlerdir. Bunun en kolay yolu ise enflasyon burgacı ile yaratılan pahalılıktır. Bu burgaç, çalışanların, dar gelirlilerin emeklerinden elde edilen geliri, gitgide artan ölçüde büyük sermaye çevrelerine aktarır. Yoksulu daha yoksul, varlıklıyı daha varlıklı yapar. (…) Geniş halk topluluklarını yoksullaştırmak ve sömürmek yoluyla sermaye birikimini hızlandırma ve tekelci sermaye gruplarının elinde yoğunlaştırma amacını güden bu çağdışı ekonomi anlayışı (…) Bundan dar gelirli halk toplulukları kadar, küçük ve orta boy işletmeler de zarar görecektir” (Bilâ, s. 382-383).

Sınıfsal temelde küçük bir azınlık ve bu azınlığı gözeten politikalardan zarar gören devasa bir çoğunluk tarif eden CHP, halkın küçük tasarruflarının birleştirilerek yatırıma yöneltilmesini mümkün kılacak bir kooperatifleşmeyi de savunmaya başlamıştır. Hatta bu kooperatiflerin, kamu sektörü ve özel sektörün yanında üçüncü bir sektör olarak Halk Sektörü’nü oluşturacağı vurgulanır (Bilâ, s. 383). Halk Sektörü, CHP çevrelerinin 70’lerdeki halkçılık söyleminde önemli bir yer tutmaktadır. Söz gelimi Kemal Derviş 1974’te Özgür İnsan dergisinde yayınlanan makalesinde, Halk Sektörü’nün beraberinde getireceği ortak yönetim ilkesini, azınlığın çoğunluğu yönetmesine engel olacak bir araç olarak tarif eder: “Ortak yönetim ilkesini benimsemek, ne teşebbüs hürriyetini, ne de özel mülkiyeti tehdit eder; ancak sermayenin doğal bir hakmış gibi emeği yönetmesine izin vermez” (aktaran Hocaoğlu, 2018, s. 91-92).

Halk Sektörü, CHP’nin 1976 Programı’nda Halk Kesimi adıyla yer alır: “Halk kesimi ekonomik gücün ve ekonomik güçten kaynaklanan siyasal gücün Devlette, kişilerde veya sınırlı toplum katlarında yoğunlaşmasını önlemek (…) amacıyla, halkın kişiler olarak veya kooperatifler, sendikalar, toplumsal güvenlik ve yardımlaşma kuruluşları yoluyla bir araya getirdiği anaparasıyla kurulan, Devletin, yerel yönetimin ve kamu kuruluşlarının da katılabileceği, ancak hiçbir biriminde Devletin, yerel yönetimin, kamu kuruluşlarının ve belli kişilerin egemen olmayacağı (…) kuruluşlardan oluşan bir ekonomi kesimidir”.

***

1973 ve 1977 seçimlerinden birinci çıkan CHP bu seçimlerin ardından iki defa koalisyon hükümetlerinin büyük ortağı olarak iktidara geldi, ancak (özellikle 1978’den itibaren) memleketin adı konulmamış bir iç savaş ortamına sürüklenmesinin de etkisiyle, halkçı siyasal programını hayata geçiremedi. 1973 yerel seçimlerinde İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerin belediyelerini CHP’nin kazanması sonucu ortaya çıkan, gecekondu ve kent yoksulluğu gibi sorunlara eğilen; “toplumcu”, “demokratik” veya “yeni” belediyecilik gibi sıfatlarla tanımlanan yerel yönetim deneyimi ise merkezi iktidarda ancak sınırlı bir uygulama alanı bulan halkçılığın görece başarılı olduğu alandır. Bu belediyeler “kendi gereksinimleri olan mal ve hizmetleri doğrudan üretmeye başladılar; örneğin asfalt fabrikaları kurdular, ekmek fabrikası kurma girişimlerinde bulundular, toplu taşımaya öncelik verdiler, toplu konut girişimlerine başladılar. (…) Bu anlayış/proje seçim sandıklarında başarı kazanmış, kent yoksullarından destek almıştı. (…) 12 Eylül sonrası, seçilmiş birçok sol görüşlü belediye başkanı ve üst düzey yönetici görevden alındı ve belediye meclisleri dağıtıldı” (Ozan, 2015, s. 723-724).

12 Eylül darbesiyle, her ne kadar CHP’nin “yerine” kurdurulan partiye Halkçı Parti adı verilse de, halkçılık popüler siyasal söylemden büyük oranda buharlaştı. Bu yokluk hali günümüze kadar sürdü (Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanlığına seçildiği Mayıs 2010 ile Haziran 2011 seçimleri arasındaki dönem bu bakımdan istisnadır. Kılıçdaroğlu o dönemde sıklıkla Bülent Ecevit’e ve Mahatma Gandi’ye benzetiliyordu). Asım Karaömerlioğlu’nun ifadesiyle “1980’li yıllarda askerlerin ve Turgut Özal’ın sürdürdükleri neoliberal politikalarla halkçılık söylemi sadece rafa kaldırılmamış, aynı zamanda halkçı olmak siyasal bir dinozorluk olarak telakki edilmiştir” (Karaömerlioğlu, 2015, s. 283). Halkçılığın kapitalizmin bunalımına cevaben ve çağın koşullarına uyarlanmış bir şekilde dünyada ve Türkiye’de geri dönüp dönmeyeceğini yaşayarak göreceğiz. Bu sürecin pasif izleyicileri mi yoksa aktif özneleri mi olacaklarına da elbette siyasal seçkinler karar verecek.

Kaynakça

Çağlar Keyder, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2013.

Ebru Deniz Ozan, “Toplumcu belediyecilik”, Osmanlı’dan Günümüze Siyasal Hayat içinde, Yordam Kitap, İstanbul, 2015, s. 723-729.

Ergun Özbudun, Türkiye’de Parti ve Seçim Sistemi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2011.

Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945-1980), Hil Yayın, İstanbul, 2007.

Hikmet Bilâ, Sosyal Demokrat Süreç İçinde CHP ve Sonrası, Milliyet Yayınları, 1987.

Kerem Hocaoğlu, 1973 Seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 2018.

Asım Karaömerlioğlu, “Tek Parti Döneminde Halkçılık”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt 2 Kemalizm içinde, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015, s. 272-283.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.