Türkiye ve Avrupa’dan örneklerle vergi üzerine düşünceler
Burak Cop
İkinci Yüzyıl Dergi - Temmuz-Ağustos 2022
Vergi adaletsizliği ülkemizdeki tek adam rejiminin ekonomi-politiğinde önemli bir rol oynuyor. Geçen yıl Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın dünyada politika faizini indiren yegâne merkez bankası olması suretiyle Türk lirasının değeri kasten düşürüldü. Halen de düşüş devam ediyor.
Bu beceriksizlik ya da liyakatsizliğe bağlı bir hatadan değil, kasıtlı olarak halktan sermayeye servet aktarma hedefinden kaynaklıydı. 2020’nin birinci çeyreğinde GSYİH’de emeğin ve sermayenin payı arasında 2,6 puanlık bir fark varken son iki yılda uçurum açıldı: 2021’in birinci çeyreğinde GSYİH’de sermayenin payı %45,6 / emeğin payı %35,5 iken, bu yılın ilk çeyreğinde sermayenin payı %47,6’ya yükseldi, emeğinki ise %31,5’e geriledi. TÜİK ekonominin bu yılın ilk çeyreğinde önceki yılın aynı dönemine göre %7,3 büyüdüğünü açıkladı. Ekonomi zenginlere büyüyor; çalışanlar, işsizler, emekliler yoksullaşıyor. Ülkemizde uygulanan vergi politikaları da halktan zenginlere servet transferine hizmet ediyor. Gelir vergisi ücretli çalışanların maaşlarından doğrudan kesiliyor. Çalışanlar şirket sahiplerinden daha ağır bir vergi yükü üstleniyor. ÖTV ve KDV devletin tüm vergi gelirlerinin yarısından fazlasını teşkil ediyor, hatta ÖTV’nin KDV’si gibi ekstra külfetler de halkın omzuna yükleniyor (2020’de devlet ÖTV’nin KDV’si olarak 14 milyar TL topladı).
Dolaylı vergiler, tüketilen mal ve hizmetlerden alınmaları hasebiyle, tasarruf yapamayan yani kazancını tüketime ayıran emekçi sınıfların tüm gelirlerinin vergilendirilmesi anlamına geliyor. Üst sınıfların tüketime ayırmadıkları gelir ve servetleri ise büyük oranda vergi-dışı kalıyor (vadeli hesapların faiz getirilerinden kesilen vergiler ve benzeri sınırlı örnekler hariç). Tüm bu adaletsizliklere ek olarak, özellikle de iktidara yakın olan büyük şirketler kimi zaman vergi aflarından yararlanıyor. Muhalefetin “beşli çete” diye adlandırıldığı şirketlere 2010-2020 arasında 128 defa vergi indirimi yapıldı. İndirimlerden yararlananlar elbette “en yandaş” şirketlerden ibaret değildi. Yalnızca bir örnek olarak 2017’de ortaya çıkan ve dönemin maliye bakanının doğrulamak zorunda kaldığı listeyi hatırlatalım: 17 adet firmanın toplam 3 milyar 106 milyon TL’lik vergi borcunun %97,6’sı (yani tamamına yakını) bir seferde affedilmişti. AKP iktidarı; zenginleri kollamak, çalışan sınıfların (bilhassa da orta sınıfın) sırtına vergi yükünü bindirmek, toplanan gelirin kırıntıları ve türlü kayırmacılık ağları aracılığıyla da yoksulların siyasi sadakatini elde etmek olarak özetleyebileceğimiz politikasına İslamcı bir renk vermeyi de ihmal etmedi: 2010’da ÖTV gelirlerinin %5’i alkollü içkilerden gelirken bu oran geçen yıl %11,1’e çıktı, yani 11 yılda iki katın üzerinde arttı. Geçen yıl devletin topladığı her 100 lira verginin 2 lirası alkollü içkilerin ÖTV’sinden geldi. Bu ürünlerde KDV oranının da %18 olduğu hesaba katıldığında, içki içenlerin, maruz kaldıkları “yaşam tarzı vergisi” aracılığıyla kamu maliyesine ne kadar önemli bir katkıda bulundukları anlaşılır.
Türkiye’de dolaylı vergiler tüm vergi gelirlerinin yaklaşık üçte ikisini oluşturuyor. Vergi politikalarının zenginlerin kayrılıp ücretlilerin ezilmesi üzerine temellendiğine değindik. Öte yandan dolaylı vergilerin böyle bir amaca hizmet etmesi mukadder değildir. Gerçekten lüks tüketimin vergilendirilmesi halinde (ve elbette doğrudan vergilendirme için de adil bir sistem kurulursa) dolaylı vergiler halkı ezmeyebilir.
Türkiye’de 1963-1978 arasında, 12 Mart dönemi hariç, reel ücretler yükseldi ve çalışanların ulusal gelirden aldığı pay artma eğiliminde oldu. 1961’de dolaylı vergilerin tüm vergi gelirleri içindeki payı %60 iken bu oran 1962’de %66’ya, 1963’te %67’ye çıktı ve 1970’e kadar %65’in altına hiç inmedi.
Öte yandan dolaylı vergilerin payı 1973’teki küresel petrol krizini takiben, Türk ekonomisinin darboğaza girdiği (yüksek enflasyon, döviz yokluğu vs.) dönemde, 12 Eylül darbesine kadar her yıl azaldı. Dolaysız vergilerin payındaki artış ilk bakışta olumlu bir unsur gibi görünse de bunun ücretlilerden alınan vergiler nedeniyle gerçekleşmesi, aslında vergi sisteminin daha adil bir hale gelmediğini gösteriyordu. Paradoksal bir şekilde, dolaylı vergilerin payının yüksek olduğu 1960’lar bu payın azaldığı 1970’lere göre çalışan sınıflar açısından daha parlak geçmişti.
Gelir ve servet vergileri: Avrupa’dan örnekler
Türkiye OECD üyesi 27 Avrupa ülkesi arasında, en üst düzey gelir grubuna uygulanan vergi oranı bakımından 19. sırada yer alıyor. Danimarka, İsveç, Finlandiya gibi sosyal devletin güçlü olduğu Nordik ülkelerin yanı sıra Fransa, Belçika, İspanya, Portekiz, Yunanistan ve Avusturya’da da en yüksek kazanç dilimine uygulanan gelir vergisi %50’nin üzerinde. Türkiye’deki oran ise %40’ın biraz üzerinde. Ulusal gelirin emekçi sınıflar lehine yeniden-bölüşümü için daha etkili bir mekanizma olan servet vergisi ise yaygın olarak uygulanmıyor. OECD’nin Avrupalı üyeleri arasında yalnızca Norveç, İspanya ve İsviçre’de genel bir servet vergisi toplanıyor. Fransa, Belçika ve İtalya’da ise belirli kalemlerde servet vergisi alınıyor. Norveç’te net serveti 190 bin doların üzerinde olanlar %0,95 oranında vergi veriyor, servet 2,3 milyon doları aştığında ise bunun %1,1’i vergi olarak ödeniyor. İspanya’da 761 bin doların üzerindeki net servetler için %0,2 ile %3,75 arasında değişen oranlarda vergi uygulanıyor. 1840’tan beri servet vergisi toplanan İsviçre’de ise oranlar kantonlar arasında farklılık gösteriyor.
Fransa net servet vergisini dört yıl önce kaldırdı ve onun yerine belirli bir değerin üzerinde gayrimenkulleri olanlardan “emlak servet vergisi” topluyor. İtalya, ülkesindeki mükelleflerin yurtdışındaki finansal varlıkları ve gayrimenkulleri için vergi alıyor (ilki için %0,2, ikincisi için %0,76 oranında).
Belçika’da geçen yıl yürürlüğe giren dayanışma vergisiyle 1,09 milyon doların üzerindeki menkul kıymetler hesaplarından %0,15 oranında vergi kesiliyor. (Bu bölümdeki meblağları okura kolaylık olması bakımından dolar cinsinden paylaştım).
Avrupa’da sol partilerin vergi politikaları: İngiltere, Almanya ve Fransa
İngiltere’de 2010’dan beri muhalefette olan İşçi Partisi geçen yılki kongresinde devasa online şirketlerin daha çok, “sokaktaki” firmaların ise daha az vergilendirilmesi kararı aldı. 2019 sonundaki seçim yenilgisinin ardından partinin sol kanadından olan eski genel başkan Jeremy Corbyn’in yerini alan sağ kanattan Keir Starmer, iktidarlarında vergileri arttırma seçeneğini devre dışı bırakmadıklarını, ancak çalışanlar üzerindeki yükü ağırlaştırmayacaklarını vaat etti. Online faaliyet gösteren yüksek teknoloji şirketlerine uygulanan Dijital Hizmetler Vergisi’ni yükseltmeyi hedefleyen parti, şirketlerin emlak değerlerine dayalı bir vergilendirmeden ve boş mülklere taşınacak firmaların teşvik edilmesinden yana.
İşçi Partisi 2019 seçim beyannamesinde firmalardan kurumlar vergisi almak yerine ticari/kurumsal mülk sahiplerinden özel bir emlak vergisi almayı değerlendireceğinden bahsetmişti.
Parti halen aynı pozisyonda yer alıyor. 2021 kongresinde, firmalara yönelik geleneksel vergi sisteminin değişme zorunluluğu sıkça vurgulandı (elbette bu görüşler iş çevrelerinden geldi). Gölge maliye bakanı Rachel Reeves Muhafazakâr Parti hükümetine firmalardan alınan vergilerin bir yıl için dondurulması, küçük ve orta ölçekli işletmelerin ödeyecekleri vergilerde de indirim yapılması çağrısında bulundu. Dijital Hizmetler Vergisi’nin %12’ye yükseltilmesini savunan Reeves, pandemi döneminde büyük kazançlar elde eden online/teknolojik şirketlerin üstlerine düşen payı ödemeleri gerektiğini belirtti.
Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) 2019’da emlak, hisse senedi, nakit gibi çeşitli varlıklara %1’lik bir servet vergisi uygulanmasını, milyarderler içinse bu oranın %1,5’e kadar çıkabilmesini savundu. Söz konusu vergilerin 2 milyon avro ve üzerinde varlığı olanlardan toplanması, elde edilen gelirle de altyapı yatırımlarının arttırılması savunuldu. O dönemde SPD’nin koalisyon ortağı olan Hıristiyan Demokratlar ise servet vergisi önerisine yanaşmadılar. Almanya’da 2021 seçimleri öncesinde Yeşiller en yüksek gelir diliminden alınan vergilerde artış, dijitalleşmeye ve iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik yatırımlara vergi indirimi, emlak transfer vergilerinin büyük firmalar için arttırılıp şahıslar için azaltılması ve plastik vergisi getirilmesi gibi vaatlerde bulundu.
SPD gelir vergisinde 250 bin – 500 bin avro diliminde üç puanlık artış, emlak transfer vergisi kaçakçılığına son verilmesi, çok değerli varlıkları olanlardan %1’lik servet vergisi, yenilenebilir enerji kaynaklarının özel olarak vergilendirilmesine son verilmesi, buradan doğan açığın da federal bütçeden ve karbondioksit fiyatlandırmasından karşılanmasını vaat etti.
Sol Parti ise yüksek gelirden yüksek vergi alınmasını (söz gelimi 70 bin avrodan %53, 1 milyon avrodan %75 oranında), şirketlerden alınan kurumlar vergisinin %25’e yükseltilmesini, 1 milyon avronun üzerindeki varlıklardan %5 servet vergisi alınmasını beyannamesine koydu.
SPD, Yeşiller ve Liberaller arasında kurulan üçlü koalisyon hükümetinin protokolünde ise esaslı bir vergi reformuna dair hükümler yer almadı. SPD liderliğindeki koalisyon vergi sisteminde bürokrasinin azaltılıp dijitalleşmenin artması, vergi kaçıranlarla mücadele edilmesi ve zedeleyici vergi uygulamalarına son verilmesi gibi hedefler belirledi.
Fransa’da geçtiğimiz haziran ayında yapılan parlamento seçimlerinde komünist, sosyalist, sosyal demokrat ve yeşil partilerin ittifakı NUPES 577 milletvekilliğinden 131’ini kazanarak meclisteki ikinci büyük grubu oluşturdu. İttifak, iklimsel servet vergisi gibi yeni kaynaklar yaratarak halkın daha az çalışıp daha erken emekli olabileceği, devlet eliyle de 1 milyon kişi için istihdam yaratılacak bir ekonomik düzen vaat etti.
Bunun 250 milyar avro tutarındaki yıllık maliyetinin ise ekonominin Keynesyen politikalarla canlandırılması sonucu gelirlerdeki 267 milyar avroluk artışla karşılanması öngörüldü. Söz konusu artışın, halkın ödediği vergilerin oranları artmaksızın ekonomik canlanma sayesinde devletin vergi gelirlerinin yükselmesinden de kaynaklanacağı hesaplandı.