Otoriter/sağcı popülizme karşı başarılı bir alternatif: Corbyn’in İşçi Partisi

Burak Cop

Otoriter/sağcı popülizme karşı başarılı bir alternatif: Corbyn’in İşçi Partisi

Burak Cop

Nasıl Dergi, Ekim 2017

 

Dünyanın pek çok ülkesinde, özellikle de 2008 küresel ekonomik krizini izleyen dönemde “yeni gerici siyaset” diye adlandırılabilecek bir dalganın yükselişi ve kimi örneklerde sürpriz olarak görülen siyasi başarılar etmesiyle karşı karşıyayız. Yeni gericilik; en azından söylem düzeyinde içe kapanmacılık, yabancı düşmanlığı, demokratik rejimlerin olmazsa olmazı kurum ve kuralların aşındırılması, en bayağı halleriyle popülizm ve milliyetçi/tutucu geleneksel değerlerin köpürtülmesi gibi çeşitli siyasal formüllerin ülkeden ülkeye farklılık gösteren terkiplerinden oluşuyor.

Küreselleşme sürecinde –özellikle de kamu-piyasa ilişkilerine dair politikaları– git gide birbirine benzeyen merkez sağ ve merkez sol partileri çaresiz bırakan bu gerici popülist dalgaya karşı umut veren sol alternatifler ise, solun geleneksel değerlerine dönüşü temsil eden (zaten, şaşırtıcı olmayan bir biçimde, biyolojik olarak da yaşlı olan) Bernie Sanders (ABD), Jean-Luc Mélenchon (Fransa) ve Jeremy Corbyn (Britanya) oldu. Bu yazıda 3 isim arasında şu ana kadar en başarılı lider olan Corbyn’i ele alacağız. Corbyn’in Eylül 2015’te başına geçtiği İşçi Partisi Haziran 2017 genel seçiminde, 1945’ten bu yana, bir önceki seçime göre en büyük oy artışını sağladı.

Corbyn partisinin alışılageldik çizgisinin solunda olsa da, partinin yabancısı değil. Uzun yıllardır (1983’ten beri) kuzey Londra’dan milletvekili seçiliyor. İşçi Partisi’nin Tony Blair’in liderliği ve Anthony Giddens’ın teorisyenliği altında geleneksel sosyal demokrasiden uzaklaşıp piyasa dostu ‘Üçüncü Yol’cu bir çizgiyi benimsediği (ve 1997’de iktidara geldiği) koşullarda da ödünsüz solcu çizgisinden sapmadı. Partisinin 13 yıl süren iktidarında Avam Kamarası’nda tam 428 kez hükümetin doğrultusunun aksine oy kullanarak İşçi Partisi tarihinin gelmiş geçmiş en “isyankâr” ikinci milletvekili oldu. 2003’te Irak’ın istilasına şiddetle direnen milletvekillerinin başında gelen Corbyn üç yıl sonra da İskoç ve Galler milliyetçi partilerinin Irak Savaşı hakkında meclis araştırması açılması önergesine destek veren 12 İşçi Partisi mebusundan biri oldu.

“Corbyn, İşçi Partisi’nin geleneksel sosyal demokrasiden uzaklaşıp piyasa dostu ‘Üçüncü Yol’cu bir çizgiyi benimsediği (ve 1997’de iktidara geldiği) koşullarda da ödünsüz solcu çizgisinden sapmadı.”

Corbyn’in ekonomik ve sosyal düzene dair solcu görüşlerini, İşçi Partisi’nin seçim bildirgesindeki başlıca vaatlerini anlatacağımız kısımda tanıtacağız. Dış politikaya dair görüşleri ise hayli ilginç. Hem Britanya İşçi Partisi hem de Kıta Avrupası’ndaki merkez sol partilerin çoğu uluslararası siyasette NATO’cu ve yer yer emperyalist müdahalelere destek veren, hatta bizzat bunların içinde yer alan bir konumdalar. Küba ve Venezüella gibi rejimleri diktatörlük olarak görüyorlar. AB’ye soğuk bakmaları ise tasavvur bile edilemez. Öte yandan Corbyn anılan başlıklarda çok farklı bir profil arz ediyor.

Corbyn Filistin Dayanışma Kampanyası, Küba Dayanışma Kampanyası ve Venezüella Dayanışma Kampanyası’nın üyesi. 2009’da Hamas’ı, kendini Filistin halkının esenliğine adamış bir örgüt olarak tanımladı ve Britanya hükümetinin Hamas’ı terörist olarak tanımlamasının büyük bir tarihi yanlış olduğunu söyledi. İsrail, Hamas ve Hizbullah’ın taraf olduğu müzakereler olmaksızın bölgede bir barış süreci olamayacağını savundu ve İsrail’in nükleer silahlarından arınacağı bir siyasal süreç için çağrıda bulundu. 2016’da, Yemen’in Suudi ordusu tarafından tarumar edildiği sırada da Britanya hükümetinin Suudi Arabistan’la yakın ilişkilerini eleştirdi ve ülkesinin Suudilere silah satışı hakkında bağımsız bir araştırma komisyonu kurulması çağrısında bulundu.

2014’te Ukrayna’daki krizden NATO’yu sorumlu tuttu ve sorunun ABD’nin doğuya genişleme arzusundan kaynaklandığını, eski Varşova Paktı ülkelerinin NATO’ya alınmasının bir hata olduğunu savundu. Jeremy Corbyn Britanya’nın NATO’dan çıkmasını arzu etse de kamuoyunda buna yönelik bir talep olmadığını kabul ediyor. Ama NATO’nun rolünün sınırlanmasından yana. Son seçimden birkaç gün önce Londra’da IŞİD’in düzenlediği terörist saldırıdan sonra ise diğer parti liderlerinin gündeminde olmayan bir çıkış yaparak “aşırı ideolojiyi fonlayan ve besleyen” Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleriyle oturup bu meseleyi konuşmak gerektiğini söyledi.

“Jeremy Corbyn Britanya’nın NATO’dan çıkmasını arzu etse de kamuoyunda buna yönelik bir talep olmadığını kabul ediyor. Ama NATO’nun rolünün sınırlanmasından yana.”

Öte yandan sol kanat bir Avrupa-şüphecisi (“Eurosceptic”) olan ve Brexit referandumunda yeterince güçlü bir AB’ye Evet kampanyası yapmamakla eleştirilen Corbyn, aynen NATO konusunda olduğu gibi bu konu başlığında da kendi fikirlerinden biraz daha ödün vermek zorunda gibi görünüyor. Referandumla AB’den çıkma kararı alınmış olsa da, Brexit sürecinin yumuşak mı sert mi olması gerektiği konusu, AB yandaşlığı/karşıtlığı ikilemini Britanya’da halen anlamlı bir politik ayrım olarak muhafaza ediyor. Haziran seçimindeki oy artışıyla İşçi Partisi, dayandığı taban itibariyle halkın AB yanlısı bölümünün bariz biçimde başat partisi haline geldi.

Peki müesses nizama fazla gelen, hem rakipleri hem sermayenin kontrolü altındaki medya hem de partisindeki, Blairciler başta olmak üzere kendisini fazla solcu bulan klikler tarafından sürekli eleştirilen Corbyn nasıl genel başkan seçildi? Bu tamamen İşçi Partisi’nin, lider seçimini tabana yaymasının bir sonucu. 2015’teki seçimin kaybedilmesi üzerine Ed Miliband’ın istifası sonucu onun koltuğuna talip olan 4 kişiden biri olan Corbyn, yüzde 59’luk ezici bir oy oranıyla partinin başına geçti. Miliband döneminde parti tüzüğünde yapılan bir değişiklikle, partiye üye olmak istemeyen seçmenlerin de partinin hedef ve değerlerini benimseyen kişiler olarak 3 sterlin karşılığı “kayıtlı destekçi” olmalarının ve genel başkan seçiminde oy kullanmalarının önü açılmıştı. Corbyn bu kitleden güçlü bir destek aldı, ancak kayıtlı destekçilere oy hakkı tanınmamış olsaydı da açık farkla seçilecekti (çünkü “tam üyelerin” %49,6’sının, “ilişkili destekçilerin” de %57,6’sının oyunu aldı).

İşçi Partisi’ne, Corbyn’in liderliğe seçilmesinden 21 ay sonra yapılan genel seçimde başarı getiren dinamizmde, kayıtlı destekçiler diye bir kategorinin oluşturulup mobilize edilmesi sınırlı bir paya sahip. Taban mobilizasyonu bağlamında asıl atılım başka düzlemlerde gerçekleşti. Momentum adında, büyük oranda Corbyn destekçilerinden oluşan, İşçi Partisi ile ilişkili ancak partinin doğrudan uzantısı da olmayan bir halk hareketi örgütlendi. Momentum’un Syriza (Yunanistan) ve Podemos’u (İspanya) örnek alması bile tek başına, Britanya İşçi Partisi’nin yeni liderliğinin Avrupa’da tükenen sosyal demokrasiden daha sola doğru olan arayışını ifade ediyor. Troçkist grupların Momentum’a katılarak oradan da İşçi Partisi’ne sızma hamlesine girişmeleri hem bu örgütlenme içinde sıkıntılara yol açıp hem de Corbyn’i zaten aşırı solcu bulan müesses nizamı ayağa kaldırınca, 2017’de yapılan tüzük değişikliğiyle Momentum üyelerine İşçi Partisi’ne üyelik zorunluluğu getirildi. Bu durum Momentum projesi için bir bakıma başarısızlık olarak görülebilir, ancak bu örgütlenme İşçi Partisi’nin seçim kampanyasına büyük katkıda bulundu.

“Momentum adında, büyük oranda Corbyn destekçilerinden oluşan, İşçi Partisi ile ilişkili ancak partinin doğrudan uzantısı da olmayan bir halk hareketi örgütlendi. Momentum, Britanya İşçi Partisi’nin yeni liderliğinin Avrupa’da tükenen sosyal demokrasiden daha sola doğru olan arayışını ifade ediyor.”

Jeremy Corbyn’in liderliğe seçilmesini takip eden taban hareketlenmesi asıl etkisini ise üye sayılarındaki artışta gösterdi. Mayıs 2015’te 200 bin olan üye sayısı Ocak 2016’da 400 bine yaklaştı. Corbyn’in, yaşlı olmasına rağmen çizgisi itibariyle gençlere hitap etmesi (aynı özellik Bernie Sanders’da da var), hiçbirinde geleneksel olarak İşçi Partisi’nin güçlü olmadığı Bath ve Colchester gibi üniversite kasabalarında partinin üye sayısını sırasıyla 300’den 1300’e ve 250’den 1000’e yükseltti. Irak Savaşı döneminde Blair’e kızıp istifa eden pek çok üye de partiye geri döndü. Bu insanlar da ağırlıklı olarak sol görüşlüydü.

Corbyn’in gençlere hitap eden söylemi, seçim bildirgesindeki, yıllık ortalama 9000 sterlin düzeyinde olan üniversite harçlarını kaldırma ve öğrenci hibelerini geri getirme vaatleriyle de birleşince, gençlerin sandığa daha fazla gitmesini beraberinde getirdi. Haziran 2017 seçimine katılım oranı bir önceki seçimden 2,5 puan daha fazla oldu ve Britanya standartlarında yüksek bir oran olarak görülebilecek %69’a erişti.

İşçi Partisi’nin başarısı, kentli ve eğitimli beyaz yakalıların hem partiye üyelik bağlamında (ki burada Momentum ve “kayıtlı destekçi” formülleriyle seçenekler genişletildi), hem sandığa gitme bağlamında, hem de partiye oy verme bağlamında harekete geçirilebilmesine dayanıyor. London School of Economics’ten (LSE) bir grup akademisyenin yaptığı araştırmaya göre partiye Mayıs 2015’ten sonra katılanları tanımlayan en doğru sıfat “geride bırakılmış eğitimliler”. Yeni üyelerin eskilere göre gelirleri biraz daha az ve kadınların oranı yeni üyeler arasında görece daha fazla.

Partinin üye sayısı Temmuz 2016’da 500 bini geçti. LSE’nin araştırmasında yeni gelenlerin yaş ortalamasının eskilerden daha düşük olmadığı, devlet-piyasa ilişkilerine bakışta solculuk düzeylerinin eşit olduğu, ancak iş kendilerini nasıl adlandırdıklarına gelince yenilerin eskilere göre kendilerini daha solda tanımladığı belirtiliyor. Hele ki yalnızca Momentum üyeleri ele alındığında, bu gruptakilerin kendilerini daha da solda tanımladıkları görülüyor. Yeni üyeler ayrıca eskilere göre sosyal açıdan daha özgürlükçü: Film ve dergilerin gerektiğinde sansürlenmesine, mahkemelerin daha ağır cezalar vermesine, çocuklara otoriteye boyun eğmenin öğretilmesine eskilere nazaran daha soğuk bakıyorlar.

“Yeni üyeler eskilere göre kendilerini daha solda tanımlıyor. Ayrıca sosyal açıdan daha özgürlükçüler.”

Momentum tarafından düzenlenen, siyasetle ilgilenmeye yeni başlamış gençlerin ağırlıkta olduğu coşkulu bir festivale katılan ve izlenimlerini kaleme alan New Statesman yazarı Philip Collins şu ifadeleri kullanıyor: “Mühim olan ayrım Eski ve Yeni İşçi Partisi arasında değil, yaşlı ve genç İşçi Partisi arasında. Corbyn’in başarısının anahtarı ‘solcu’ olması değil. Bu yanlış boyut (“bakış açısı” manasında–y.n.). Corbyn aslında sağdan sola kaymadı, tepeden tabana kaydı”.

İşçi Partisi seçim kampanyasında, kamu harcamalarını özellikle de eğitimde arttıracağını; 5 yıl içinde bir milyon yeni ev inşa edeceğini; büyük şirketlerden alınan vergiyi %19’dan %26’ya çıkararak eğitime 4,8 milyar sterlinlik yeni bir kaynak aktaracağını; su dağıtım sistemi, demiryolları, posta idaresi ve ulusal gaz ve elektrik aktarım şebekesini kamulaştıracağını ilan etti. Ayrıca yılda 123 bin sterlinden fazla kazananlardan daha fazla vergi alınacağını, 2 ila 4 yaş arasındakilere haftada 30 saat bedava bakım hizmeti verileceğini, nükleer silahların kullanılmasından imtina edileceğini, S.Arabistan’a silah satışının durdurulacağını açıkladı.

18-24 yaş arasındakilerin %60’ının oyunu alan İşçi Partisi, orta sınıf seçmenlerden aldığı oy oranını da 12 puan arttırdı. Muhafazakâr Parti de işçi sınıfından aldığı oyu 12 puan arttırdı. Muhafazakârların, işçi sınıfının yoğunlukta olduğu seçim çevrelerinde oylarını daha çok arttırdığı görüldü. Üniversite mezunları arasında İşçi Partisi, Muhafazakârlardan 17 puan daha fazla oy aldı. Buna karşılık düşük eğitimliler arasında Muhafazakârların oyu İşçi Partisi’nden 22 puan ileride.

“İşçi Partisi orta sınıftan, Muhafazakâr Parti ise işçi sınıfından aldığı oyu arttırdı.”

Neo-liberal dönemin “altın yılları”nı izleyen küresel ekonomik krizin ardından pek çok gelişmiş kapitalist ülkede görülen ve popülist (aşırı) sağın yükselişine de temel oluşturan “işçi sınıfının gericileşmesi” sorunsalı, buna karşılık ilerici değerlerin taşıyıcısının artık kentli (özellikle de metropollerde yaşayan) eğitimli orta sınıflar olması, Britanya’da da görülüyor.

Ancak bir farkla. ABD’de Trump’ı seçtiren, Almanya’da AfD’yi üçüncü parti yapan bu dalga Britanya’yı da Brexit’le AB’den çıkardı (2016), fakat 2017’deki seçim Brexit dalgasını kırmış gibi görünüyor. 2015’te üçüncü parti olan ve “Britanya’nın AfD’si” diyebileceğimiz AB ve göçmen karşıtı UKIP son seçimde sandığa gömülürken, UKIP’in iki yıl önceki seçmenlerinin yarıdan fazlası Muhafazakârlara oy verdi, ancak beşte biri de İşçi Partisi’ni tercih etti. İşçi Partisi AB yanlılarının başat partisi olurken, öte yandan, daha geçen yıl Brexit için oy kullanan on milyonlar içinden görece küçük ama sonuçlar üzerinde belirleyici olan bir dilimin de oyunu almış gibi görünüyor.

Aşırı sağın yahut otoriter popülizmin güçlendiği, belirli bir gelişmişlik düzeyindeki ülkelerde sol partilerin geleneksel işçi sınıfından 20. Yüzyıl’da aldıkları oyları alabilmeleri artık bir süreliğine mümkün görünmüyor. Ancak solun başarısı için gereken seçmen koalisyonunda oradan da anlamlı bir dilimin gelmesi şart. Jeremy Corbyn’in önündeki sınav da gelecek seçimde bir yandan kazanımlarını korumak, diğer yandan o dilimi büyütmek.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.