Seçim sisteminde 12 Eylül’e dönüş tehlikesi

Burak Cop

Seçim sisteminde 12 Eylül’e dönüş tehlikesi

Burak Cop

Nasıl Dergi, 18 Temmuz 2017

 

Bu yazı kaleme alındığı sırada TBMM’de tartışmalı İç Tüzük değişikliği komisyonda görüşülüyor. Yayınlandığında ise belki meclis genel kuruluna sevk edilmiş olur. 16 Nisan’daki şaibeli referandumla resmileşen ve meclisin güvenoyu, gensoru gibi enstrümanlarını ortadan kaldırıp Başkan’ı da kararnamelerle yasamaya ortak eden değişikliklere paralel görünen bir teşebbüs söz konusu. TBMM İç Tüzüğü’nde yapılması planlanan değişiklikler geçerse meclis bir nebze daha göstermelik bir yer haline gelecek.

Şaibeli referandumla resmileşen rejim değişikliği, Anayasa dışında bir dizi kanunda da köklü değişimleri gündeme getiriyor. Kulis haberleri, İç Tüzüğün ardından seçim sistemi değişikliğinin sırada olduğunu ortaya koyuyor. Bu değişikliğin –AKP’nin salt çoğunluğundan ötürü öyle bir zorunluluk olmasa da– “dönemin ruhu” itibariyle MHP ile varılacak uzlaşmaya bağlı olarak, sonbaharda gerçekleşmesini bekleyebiliriz.

Seçim sistemi değişikliği 4 yıldır iktidarın gündeminde. Bugüne dek dar veya daraltılmış bölge seçeneklerinden bahsedildi. Her iki seçeneğin de ortak özelliği, mevcut sisteme nazaran çok oy alan partilere (yani kesinlikle AKP’ye, belki CHP’ye) ve belli bir bölgede oyu yoğun olan partilere (yani 2015’ten beri seçmen desteğinin erimemiş olduğunu varsayarsak HDP’ye) avantaj sağlaması.

Seçim sistemlerinde genel kuraldır: Seçim çevresinin daralması güçlü partilere (bilhassa en güçlü partiye) yarar. Bunun tersi de geçerlidir; eğer baraj yoksa veya yüksek değilse, seçim çevresi genişledikçe partiler arasında sandalye dağılımı daha adil olur. Seçim çevresinin geniş veya dar olmasından kastettiğimiz, seçilen milletvekili sayısı. Örnek olarak Kayseri ve Konya illerini ele alalım. Buralarda CHP’nin oyu, yurt genelindeki oyundan çok geridedir. Fakat bu iki ilden sırasıyla 9 ve 14 milletvekili seçildiği için CHP Kayseri’den %12, Konya’dan ise %9’la birer milletvekili çıkarmayı başarabilmektedir. HDP’nin 7 Haziran’da Antalya ve Kocaeli gibi “sürpriz” yerlerden milletvekili çıkarması her iki ilin de yüksek sayıda sandalye içeren tek bir seçim çevresinden oluşması sayesinde oldu.

 

“Seçim sistemi değişikliği 4 yıldır iktidarın gündeminde. Bugüne dek dar veya daraltılmış bölge seçeneklerinden bahsedildi. Her iki seçeneğin de ortak özelliği, çok oy alan partilere mevcut sisteme nazaran avantaj sağlaması.”

 

Peki seçim bölgeleri daraltılırsa, söz gelimi en fazla 5 vekil çıkartacak şekilde oluşturulursa manzara nasıl olur? Bu durumda 14 vekille temsil edilen Konya 5-5-4 sandalyeden oluşan üç bölgeye ayrılacaktır. İl genelindeki %9 oyuyla CHP’nin bu şehirden sandalye kazanması olanaksız hale gelir. Konya’da CHP’den biraz daha güçlü olan MHP’nin bile vekil kazanması çok zorlaşır. HDP’nin ise bırakın Antalya’yı, Kocaeli’ni; Ankara hatta İstanbul’dan dahi sandalye kazanması pek mümkün olmaz.

Yukarıda örneklediğimiz modele daraltılmış bölge deniyor. Konuşulan bir diğer seçenek ise dar bölge. Bu modelde Türkiye 600 adet seçim çevresine bölünecek ve her birinden 1 kişi seçilecek. Bu model İngiltere’de tek turlu, Fransa’da iki turlu uygulanıyor. Özellikle İngiltere’deki sistem son derece gayrı-adil. Ülke genelinde birinci gelen parti oy oranını çok aşan oranda milletvekili çıkarıyor. Bölgesel partiler avantajlı, ancak ülke genelinde ikinci, üçüncü, dördüncü… gelen partiler muhakkak oy oranlarının altında bir temsil gücü kazanıyor.

Peki seçim sistemi değişikliği AKP’nin gündemine nasıl geldi? Konunun açıkça dile getirilmesi 2013’e dayanıyor. O yılın Eylül ayında Tayyip Erdoğan bir “demokratikleşme paketi” ilan etti ve seçim sistemi için de şu 3 seçeneği ortaya koydu: Mevcut sistemle devam, barajın %5’e indirilip 5’er sandalyeden oluşan daraltılmış bölgelerin oluşturulması, barajın tümden kaldırılıp dar bölge sistemine geçilmesi.

Gene 2013’te Prof. Seyfettin Gürsel bir rapor yayınlamış ve şu esaslara dayanan bir sistem önermişti: Barajın sıfırlanması, toplam milletvekili sayısının 600 olması, bunlardan 50’sinin partilere ülke genelindeki oy oranları doğrultusunda direkt olarak dağıtılması, kalan 550 vekilin ise en fazla 6 vekilden oluşan dar bölgelerden seçilmesi. Gürsel’in önerdiği modelde 6 sayısı maksimum bir değeri ifade ediyor ve seçim çevrelerinin ortalama büyüklüğünün 3-4 vekilden oluşması öngörülüyordu. Hükümetin meclisin güvenoyuna muhtaç olduğu parlamenter rejim mantığına göre önerilen bu modelde, mecliste “istikrar” sağlayacak tedbir olarak, ortalama 3-4 vekil çıkartan seçim çevrelerinin küçük partilerin önünü baraja gerek kalmaksızın kesecek olması yeterli görülmüştü.

 

“2013’te Erdoğan şu üç seçeneği ortaya koydu: Mevcut sistemle devam, barajın %5’e indirilip 5’er sandalyeden oluşan daraltılmış bölgelerin oluşturulması, barajın tümden kaldırılıp dar bölge sistemine geçilmesi.”

 

Nedendir bilinmez 2013 sonbaharının sıcak gündem maddesi olmaya aday seçim sistemi değişikliği bir süre sonra gündemden çekildi. Seçim Kanunu’nda değişiklik için salt çoğunluk yeterliydi ve AKP’nin de yeteri kadar milletvekili vardı, ancak belki de ülke gündemindeki gelişmeler iktidarın odağını kaydırdı.

Konunun gündeme tekrar gelişi başkanlık sistemi tartışmaları bağlamında oldu. AKP MKYK üyesi, Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu Eski Başkanı Burhan Kuzu bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla 2016’da üç kez (17 Mart, 23 Kasım, 20 Aralık) başkanlıkla beraber dar bölge sistemine geçileceğini söyledi.

Şaibeli referandumun ardından ise mesele daha yoğun biçimde konuşulmaya başlandı. Bir gazetede, referandumun ardından Binali Yıldırım ve Devlet Bahçeli arasında gerçekleşen görüşmede iki liderin barajın %5’e inmesinde anlaştığı, MHP’nin dar bölgeye olmasa da daraltılmış bölgeye sıcak baktığı yazıldı. 26 Mayıs’ta “Cumhurbaşkanı Başdanışmanı” sıfatı haiz Mehmet Uçum başkanlık sisteminin meclis için de yeni bir seçim sistemi gerektirdiğini savunarak barajın %3-4’e inebileceğini, her partiye yurt genelindeki oy oranı kadar vekilin verileceği 100 kişilik bir kontenjanın ayrılabileceğini (%1 alana 1 milletvekili gibi), daraltılmış bölgeye geçilebileceğini söyledi.

Erdoğan ise geçen ay katıldığı bir iftarda dar veya daraltılmış bölge alternatifleri başta olmak üzere tüm tekliflerin tartışılması çağrısı yaptı. Bunun üzerine yapılan çeşitli kulis haberlerinde barajın düşürüleceği (genelde zikredilen oran %5); daraltılmış bölgelerin 4, 5 veya 6 vekilden oluşacağı; 1983, 87 ve 91 seçimlerinde olduğu gibi bir çevre barajının da uygulanacağı (her seçim bölgesinde geçerli oy adedinin sandalye adedine bölünmesiyle bulunan sayı); hatta az milletvekili çıkaran (2-3 gibi) illerin birleştirilerek yeni seçim bölgeleri oluşturulacağı yazıldı. (Bu son iddiayı pek olası bulmadığımızı belirtelim, her bölgenin vekil sayısını zorla 5 veya 6’ya tamamlamaktansa az nüfuslu illeri kendi halinde bırakmaları daha pratik olacaktır). Kulis haberlerinin ortak noktası ise daraltılmış bölgenin, dar bölgeye tercih edilmekte oluşu.

 

“Bir gazetede, referandumun ardından Binali Yıldırım ve Devlet Bahçeli arasında gerçekleşen görüşmede iki liderin barajın %5’e inmesinde anlaştığı, MHP’nin dar bölgeye olmasa da daraltılmış bölgeye sıcak baktığı yazıldı.”

 

Daraltılmış bölge sistemine geçilmesi 12 Eylül ruhuna uygun bir tercih olacak. Darbecilerin tasarlattığı seçim kanununa göre seçim çevreleri en fazla 7 milletvekilinden oluşuyordu. Burada amaç, aynen %10 barajıyla olduğu gibi, en çok oy alan partiyi kayırmak ve ona mecliste “istikrarlı” bir çoğunluk sağlamaktı. 1987 seçimlerine doğru partisinin kan kaybetmekte olduğunu gören Turgut Özal sistemi daha da gayrı-adil hale getirdi. Seçim çevrelerinde 7 olan maksimum vekil sayısını 6’ya indirdi. Kontenjan milletvekili adında, ayrıntısına burada girmeyeceğimiz bir uygulamayla birinci gelecek partiye ekstra avantaj sağladı. Bununla da yetinmeyerek, kalabalık nüfuslu illerdeki seçim bölgelerinin belirlenmesinde birinci partiyi iyice kayıracak garip bir hesaplama biçimini yasalaştırdı (böylece söz gelimi 9 vekil çıkaran illerde sandalyeler 5-4 biçiminde değil, 6-3 diye iki bölgeye ayrıldı).

Tüm bunlar 1987’de ANAP’ın %36 oy oranıyla sandalyelerin %65’ini kazanmasını sağladı. Askeri rejimin ve onun devamı Özal’ın yaptığı tahribatlar 1995 sonbaharında kimi kanun değişiklikleri ve AYM kararları sayesinde giderildi. DYP-CHP işbirliğiyle seçim çevreleri genişletilerek bugünkü (ve 1980 öncesindeki) haline getirildi. Değişiklikten önce DSP %11 oy oranıyla anca 7 vekil çıkarmış (1991), değişiklikten sonra ise CHP aynı oy oranıyla 49 vekil elde etmişti (1995).

Daraltılmış bölgenin ne olduğunu en iyi bu örnek anlatır. Bilhassa MHP’lilerin ibret alması dileğiyle.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.